floranatolica
floranatolica
 
Ara Üye girişi DDbtn
-

Maviyol 2004

Serdar Ölez, 2009

Marmaris / Türkiye

24 Temmuz Cumartesi Marmaris`e doğru yoğun bir hareket başladı. Ankara`dan, Dikili`den, Karaburun`dan, Datça`dan ve İçmeler`den kalkan arabalar Marmaris`e yöneldi. Hedef belli, Simgecan isimli tekne. Önce Tansaş`ta buluşulup içki stokları yapıldı. 3 alışveriş arabası tıkabasa doldu. Tutar yaklaşık 400mTL. Ama bir sorun vardı. Arabalar marinaya 10:00dan sonra giremiyorlardı. Tansaş kamyoneti imdada yetişti. Bizim bavullar da dahil her şey kamyonete yüklendi, hooop marinaya. Bu arada 4 araba için birde park yeri ayarlandı. Haftalık 100mTL.
Tekne harika, 26m, çift direk, 16 kamara... Ön güvertede gölgelik ve 14 yatak. Mürettebat bi aile. Halil Kaptan samimi sıcak bir insan. iki yıl önce marangoz bacanağına yaptırmış tekneyi. İşçilik dışı 400 MTLye malolmuş. Eşi Bedriye hanım tipik bir akdeniz kadını. Konuşmaktan anlatmaktan zevk alıyor ve sonradan öğreniyoruz; nefis yemekler yapıyor. Oğul Ercan komik bi çocuk. Turizm meslek lisesini hocasını sevemediği için bırakmak zorunda kalmış bu sene.
Saat 16:00 ve sonunda tekne demirini, biz de ön güvertedeki yerimizi alıyoruz yavaş yavaş. İlk durak 2-2.5 saat uzaklıktaki Ekincik Koyu. Teknenin motoru durur durmaz hepimiz güverteden denize. Güzel bir koy. Geniş bir kumsalı var. Taban kumluk olmasına rağmen balık açısından zengin, ve bi sürü de ahtapot var. Ve uzun süre sonra gündüz gördüğüm ilk böcek... Geceyi burada geçiriyoruz, ilk rakılar eşliğinde nefis bir yemek...
Sabahın ilk ışıkları ile tekrar yola çıkıyoruz. İlk durak Aşı Koyu, hepimizde acı izleri olmasına karşın yine de mükemmel bi yer. 10-11 yıl önce Nani ayağı kayarak buradaki bir tepeden 6-7 metre aşağı düşmüştü. Aşı Koyu küçük bir kumsal, yakınlarındaki bir kaç girinti ve kıyıdan 30 metre açıkta küçük bir kayalıktan oluşuyor. Burayı ilginç yapan ise sualtındaki orbuk(kovuk)lar. Hele bir tanesi garip bir keyif veriyor(du) insana. Yaklaşık 4 metrede girişi var. Buradan içeriye 5-6 metre daha yüzerseniz havalı bir mağaraya giriyorsunuz. İçeride sudan tamamen çıkıp dinleneceğiniz bir taşlık alan da var. Ama bunları bu kez göremedik. Çocukları(!) saymazsak yaş ortalamamız 40 civarında. Eskisi gibi deli dolu cesur dal(a)mıyoruz artık.
Aynı gün Kapıdağ Yarımadası`ndaki Haruplu Koyu`na hareket ediyoruz. Ve zıpkınlar kılıflarından çıkıyor. Kaptan botla bizi (Gülsöken, Sedadım ve ben) 1 saat yüzme mesafesindeki başka bir koya götürüyor. Hem su üstü hem su altı görüntü harika. Dışarıda yüksek kayalıkların arasında sıkışmış üç küçük kumsal, aşağıda sığlıklarda papağanlar, kupezler, sokkarlar, kefaller,... ve 30 metrelik duvarın kıyısında akyaların kıvrak hareketleri. Zaman zaman içine girdiğimiz belki 30 derecelik sıcak su akıntıları. Kaptanın oğlu Ercan botla bizi takip ediyor. 2.5 saat sonra, dönüşte herkesin kemeri balıkla dolu, bende bir ahtapot var sadece. Bir biralık dinlenmenin ardından bu kez yakındaki Adalı Koy`a geçiyoruz.
Adalı Koy da Kapıdağ Yarımadası`nda. Küçük bir kumsal, 100-150 metre açığında 3 dönümlük bir ada. Pırıl pırıl bir koy. Demirle birlikte oltalar suya iniyor. Birkaç balık ardından Gamze oltası, yemi ve kovası ile uzaklaşıyor tekneden. Saatler sonra kova dolu olarak dönüyor geriye. Çok mutlu... Yavaş yavaş kararıyor hava rakı kokuları arasında. Yemeği yemişiz, şarkı kitabı dolaşmaya başlamış elden ele, ama nafile, taşımıyor göz kapaklarım günün yorgunluğunu ve alıyorum güvertedeki yerimi bi önceki gece olduğu gibi. Bi ara Ercan`nın sesini duyuyorum, `kalk baba adamlar yatacak` diyor yanımdaki mindere benden önce uzanmış kaptana. Sanki beş dakika önce uyuyan o değilmiş gibi, adam hemen atlıyor bota, gidiyor ağ atmaya...
Çoğumuz güvertede uyumuşuz dün akşam da. Kahvenin ardından Kaptan, Gülsöken ve ben toplamaya gidiyoruz 200 metrelik ağı. Gün güzel başlıyor, 40-50 balık çıkıyor ağdan. Sonraki durak günübirlik teknelerle oldukça kalabalık olan 12 Adalar bölgesi. Deniz mükemmel, kara mükemmel ama neredeyse park edecek yer yok. Sonunda Batıkhamam (Kleopatra) Koyu yakınında demir atıyoruz. Tam suya atlarken öğle yemeği çanı çalıyor. Garip bir kombinasyon ama biber dolması ile kızarmış balık pek güzel oluyor. Yemek sonrası kısa dinlenmenin ardından, hepimiz yeniden suya. Figen, Meral, Oya harup toplamaya çıkıyorlar kıyıya. Gülsöken`le beraber yaptığımız bibuçuk saatlik dalışta sadece bir ahtapot çıkıyor. Teknenin hemen yakınındaki 2 kiloluk orfozda kıs kıs gülüyor arkamızdan. Akşamüstü Domuz Adasına hareket ediyoruz. Bu bölge için oldukça sakin sayılabilecek Panço Koyu`na demir atıyoruz. Yine pek güzel bi yer. Hikaye yine aynı, herkes suya, balıkçı güzeli kanosuna, avcılar zıpkınlarına. Günübirlikçiler çekildiğinde sakinleşiyor ortalık. Hepimiz teknede toplanıyoruz. Meral nefis bi kek hazırlıyor. Saatler ilerliyor, Hüs geriliyor. Balıkçı Güzeli hala dönmemiş tekneye. Sonunda burunda beliriyor. Kovasındaki balıklar taşıyor. Hepimiz hayranlık içinde bakıyoruz. Bilen abi ona sertifikasını sunuyor. Yüzünde keyifli bi gülümseme ile bu kez karaya çıkıyor balıkları temizlemeye. Ama o da ne? Bağırmaya başlıyor bi süre sonra. Bir müren dadanıyor ayıkladığı balıklara. Ve Hüs hemen atlıyor bota, yararak dalgaları gidiyor yanına. Ellerini kavuşturup bekliyor kraliçesinin yanında. Onu gören müren çekilmek zorunda kalıyor karanlık yuvasına. Akşam yemeğinde tabiki balık var, ahtapot var, rakı-şarap var masada. Ama hemen sonra yorgun düşüp giriyoruz uyku tulumlarına. Gün doğmadan biri, kaldıyor herkesi FOK, FOK diye. Aslında duyduğu bir hork hork sesi. Bi Meral ilgileniyo onunla, alıyo feneri, izliyor denizi. Karada kıpırtılar, gölgeler var. Gözler parlıyor gecenin karanlığında. Çöp karıştıran bi fok olmayacağına göre domuzdur Domuz Adasında gördüğümüz diyip, giriyoruz uyku tulumlarına. Kimi geyik, kimi zürafa yorumunda bulunuyorlar ama biz hala duyduğumuz sesi anımsıyoruz kulaklarımızda. Gün ağardığında ise eşeklerin nasıl fok sesi çıkardıklarını düşünüyoruz kara kara.
  şu güzelliğe bi bakın...
Günler sonra ilk kez karaya çıkacağız. Sabah erkenden Fethiye`ye hareket ediyoruz... Limanda bizi bir Caraetta caretta karşılıyor. Alışveriş listeleri hazırlanmış dağılıyoruz. Halil Kaptan`nın tavsiyeleriyle zıpkınlarımızı yeniliyoruz. Ardından Tansaş`tan ikmal yapıp serinliyoruz biraz. Meral ve Şule ağılıklarınca gümüş takılar alıyorlar. Ardından balıkçı güzeline mamun alıyoruz... ve saat 13:00 te tekne Samanlık koyuna hareket ediyor...
Samanlık Koyu... Karayolunun hemen altında gösterişsiz bir koy. Yolda dozerler çalışıyor, kıyıda arabaları ile buraya geldiğini düşündüğüm bir aile piknik yapıp yüzüyor. Ailenin genç kızı hemen yüzüyor bizim tekneye, ve hepimizi şaşırtan bir yoğunlukla taleplerini sıralıyor: ´tekneyi gezebilir miyim?´, ´merdivenlere çıkabilir miyim?´, ´şuradan denize atlayabilir miyim?´, ´kanoya binebilir miyim?´, ´ya kayık, ona binebilir miyim?´. Girişken bir kişilik, son derece de anlayışlı. Uygun olmayacağını belirttiğimizde hemen yanaşan diğer tekneye doğru yüzüyor... Dinlenmeye çekilen Halil Kaptan sonunda uyanıyor ve demir alıyoruz... Hedef Kızılada... Yolda Oya abla tüm kızlara güzellik maskesi hazırlıyor...
Kızıladanın adını hatırlamadığım hoş bir koyuna demir atıyoruz. Hemen hepimiz suya atlıyoruz. Tam bir cümbüş, ve sudaki bu cümbüş gün batımına kadar devam ediyor.
28 Temmuz sabahı erkenden tekrar Kapıdağı yarımadasına yol alıyoruz... Bu bölge hepimizin pek hoşuna gitti. Ve aynı gün önce Adalı Koy`a ardından Cumalılar Koyu`na demirliyoruz. Arada yüzerek Iv-Ay Koyu`nada gidiyoruz. Bir sonraki gün ise yine aynı bölgedeki Av Limamı`na demirliyoruz. Sabah Oya abla bize o günkü kreasyonunu sergiliyor...
Ve bilmem kaçıncı su oyunları tekrar başlıyor... keyfe bak ve sonunda yorgun düşüyoruz... günler bi türlü yetmiyor...
Dönüş yolu gün doğmadan başladı. Sakin kıyı sularından sonra açıkta koca koca dalgalar karşıladı bizi. Üç-dört saatlik yolculuktan sonra önce Kumlubük`e sonra da gecelemek üzere Cennet Koyu`na demir attık... Marmaris`e bu kadar yakın olmak huzursuz etmişti hepimizi, önlenemez işe dönüş sendromu başlamıştı bile... 
Son gün güvertede toplandık hepimiz, poz poz resimler çektik...  Ve bizler...