floranatolica
floranatolica
 
Ara Üye girişi DDbtn
-

15 Günde Yunanya

Serdar Gülsöken, 2008

Atina / Yunanistan

15 Günde Yunanya Arabasıyla Yunanistan’ı gezmek isteyenler için bir yazı, 2000 yılında yapılmış bir gezi olduğundan değişiklikler var doğal olarak ancak genel hatlarıyla yardımcı olabilir. Öncelikle Yapılacaklar 1-Vize: 1 aylık Yunan vizesi (Schengen) 2-Arabaya Triptik Belgesi; Turing Kulübünden alınıyor. Ruhsatla gitmek yeterli. Arabanızda orijinalinin dışında radyo, klima vb varsa bunları da işletin, sorun olabilir. 3-Yeşil Kart Sigortası; Avrupa için geçerli bir trafik sigortası. 29.Temmuz.2000 Sabah 07`de çıkmayı düşündüğümüz yola 09.30`da çıkabildik. Sebebi de kızımız Deniz’in sağ gözü kocaman ve kıpkırmızı uyanması, kısa bir karasızlıktan sonra sevgili dostumuz Binnur`u arayıp Başkent Hastanesinin yolunu tuttuk. Nöbetçi stajyer dr `konjoktivit olmuş, bu gözle gitmemeniz daha iyi` dediyse de az sonra gelen esas oğlan `vereceğim ilaçlarla 2 gün içinde % 90 sis perdesi azalacak, olmazsa da Yunan Hastanelerini görmüş olursunuz` deyince antibiyotik, pomat vb yüklenip yola çıktık. ------------------------------------------------------------------------------ Ankara-İpsala= 720 Otoyol bölümü bildiğiniz üzere gayet güzel, İstanbul Tekirdağ ise arası rezalet, İstanbul çıkısında bir kaza olduğundan yol yarı kapalıydı, ben gazete okuyarak arabayı kullandım, yani saatte 5 km hızla ilerledik. Yazlıklara yaklaşırken ise çılgın sollayanlar dolu idi, ancak İpsala´ya 100-150 km kaldığında bomboş bir yol. Sınır kapısına vardığımızda saat 20.00 olmuştu. Bu saatte olmasından sanırım çok az çıkış vardı. İşlemler 1- Hudut kapısından girdiğiniz anda solda camekanlı bir oda var, araç belgesi ve pasaportuyla şoför oraya gidiyor, diğerleri pasaport kontrol kuyruğunda sıraya girebilir (buradaki camlarda giriş ya da çıkış yazmasına bakmayın, ikisi de ayni işi yapıyor, hangisi kısaysa ona girin). Bu camekanlı mekanda triptik belgesine çıkış tarihi yazıp damgalıyorlar ve size yarım A4 boyunda yeni bir kağıt veriyorlar. 2-Pasaport sırasına girin, burada polis, pasaportu kontrol edip çıkış damgası basıyor, camekanlı odada verilmiş olan yarım A4’e de bir damga basılıyor. 3- Çıkış kapısına gidip oradaki gümrükçülere pasaportları ve A4’u gösterin Ve hoşçakal Türkiye, Kalispera Ellas... İpsala -Alexandropolis= 55 Km İlk Durak Alexandropolis yani Dedeağac, hava da kararmış durumda ve şehrin içinde yarım saat serseri mayın gibi dolaşıyoruz. Yunanistan`a girince en büyük şoku karsımıza çıkan tabelalarla yemişiz zaten, dünyanın birçok ülkesinde tabelalara bakıp sözlüğü de karıştırarak bir şeyler bulunur, karşımızdaki ilk yol tabelası aynen şöyleydi Αλεξανδρούπολη 12 Κέντρο πόλης 17.Burada Alexandropolis 12 Şehir Merkezi 17 yazıyor, biraz da olsa öğrenmek zorunda kaldık gezi sırasında. Elimizde Ankara Saltur’dan aldığımız bir otel ismi var ama adresi yok, sonra kıyıya yakın gözümüze en hoş görünen otele daldık ve yer yok! Aramızda ne yapacağımızı konuşurken resepsiyoncu hanım Türk müsünüz? dedi ve cevabımızı beklemeden `Vangeeel` diye bağırdı, Vangel 65-70 yaşlarında ve bayağı iyi Türkçe konuşan bir Rum, biraz sohbetten sonra Saltur’un önerdiği otelin pahalı olduğunu söyleyip 4 ayrı otele telefon ederek bize yer buldular. Bu olay gezimizin devamında insan ilişkileri için bize fikir verdi, genelde tavır buydu. Otelimiz şehirlerarası yol kenarında ve öne bakıyordu, yani gürültülüydü daha sonra buna dikkat ettik, klima da yoktu, fakat yol yorgunu fena uyumadık. Zorda kalınırsa arkaya bakan odasında kalınır. Denize 50 mt, buzdolabı ve aspiratör var. Dias Hotel : 0551-81934. Bize yardımcı olan Vangel’n oteli, Hotel Chili : 0551-395465. Alexandropolis`i biraz anlatalım; Duş faslından sonra şehre indik, inanılmaz bir canlılık, yabancı turist olmamasına rağmen restoran ve kafeler tıka basa dolu, güzel bir marinası daha doğrusu balıkçı limanı var, zaten geçim kaynağı ağırlıklı balıkçılık, tarım ve de iç turizm, kalabalık ama rahatsız etmeyen dev yaya bölgesindeki restoranlardan birinde yer bulduk, Domuz şiş, döner ve köfteden oluşan ortaya karışık bir ızgara tabağı, Grek salata (kocaman doğranmış domates, salatalık, soğan, biber, en üstte zeytin, dev bir parça beyaz peynir ve kekik, nefis sızma zeytinyağıyla daha sonra da vazgeçemeyeceğimiz bir parçası oldu yemeklerimizin), bolca kızarmış patates, 3 bira ve 2 koladan oluşan bu yemeğe oldukça uygun bir hesap ödedik. Türkiye’de turistik bir yerde hatta sıradan bir yerde bu fiyatın iki katını ödemek pekala mümkün. Yemekten sonra hemen her şehir ve kasabada olan mini Una-Park’ı(bizdeki Luna Park) ziyaret ve otele dönüş... Alexandropolis-Comotine= 65 Km Alexandropolis`den sabah 10`a doğru ayrıldık, sonraki durak Comotine (Gümülcine). Küçük ve şirin bir yer. Burada ODTÜ mezunu, orada doğup büyümüş bir arkadaş olan Pervin`le (telefonla arayıp) buluştuk, uzunca sohbet edip o ana kadar birikmiş sorularımızı sorduk. İlginç olan, en ufak kasabada bile büyük bir meydan ve yaya bölgesi var ve de özellikle aksamları müthiş bir yaşantı, canlılık oluyor. Meydanlar bir şehrin kalbidir demişler ki çok doğru. Comotine-Kavala =80 Km Comotine`den Kavala`ya doğru bastık gaza, yolda Xanthi( İskeçe`ye) uğradık, özellikle çevresi çok yeşil ve güzel bir yer, Müslüman nüfus fazla, (foto1) bir suru başı kapalı teyze ortalarda dolaşıyor, tepede ilginç bir manastıra gittik, papaz mıntıka temizliği yapıyordu ve çok güzel bir yapı idi. Kavala`ya öğleden sonra vardık, şehrin içi çok kalabalık ve çok fazla beton bina, 14 km dışarda Nea Iraklitis isimli bir balıkçı köyünde kaldık, Hotel Blue Bay, fena değil, havuzu var, güzel bir plajı, plaj bari, voleybol sahası vb. Tel 0594-21800. Aksam yemeğine Kavala`ya indik; İlk uzolarımız eşliğinde bolca balık, kalamar (aslında sübye bize yutturamazlar! ama tadı güzeldi), midye tava, birkaç çeşit yeni tanıdığımız otlardan ve, gene harika bir hesap pusulası, Türk olduğumuzu öğrenince yemeğin üstüne reçelli yoğurt ikram ettiler, oda çok başarılıydı. Gene Una-Park, Deniz en sonunda oltayla “Pikacu”yu kazandı. Şehrin merkezinde, yol ortasında 15-20 standlık bir kitap fuarı vardı ve bayağı ilgi görüyordu, bunun dışında radyo, walkman vb satan Koreli, ahşap heykel, takı satan Afrikalı işportacılardan da bolca vardı. Bir dipnot; Buraya kadar Mc Donalds vb yerler yok. Sivrisineklerin birazcık rahatsız ettiği tek mekan olan Kavala’dan sabah erken ayrılıp, Selanik`e doğru yola çıkıyoruz, hava yağmurlu, kahvaltıyı gene yakın bir balıkçı kasabası olan Nera Peramos`da yaptık, bildiğimiz kahvaltı alışkanlıkları pek yok, büyük otellerin dışında kafelerde börek veya tostla kahvaltı ediyor insanlar. Nea Peramos`da harika üzümleri olan bağlar var, buraları da dolaşıp Selanik otoyoluna giriyoruz ve denizden uzaklaşıyoruz, Otoyol deyince yanlış anlamayın arada refüj yok ve dar ancak abartılı hareket yapan şoförler olmadığından rahatsız edici değil. Selanik`den önce Edessa var yolda, ilginç bir yer, dümdüz uzanırken çevre, birden dik bir yamaç karşılıyor sizi hem de 90 derece ve tepede Edessa . Dikkatimizi çeken şey her birkaç kilometrede karşımıza çıkan minik kilisecikler(foto 2), içlerinde gazyağı, çakmak, mum var. Sonradan öğrendik, bunları o noktada olan kazalarda hayatını kaybedenler için yakınları yaptırıyorlar, bu işin oldukça çok miktarda üreticisi de yol kenarlarında dükkân açmış. Zaten dindarlıkta Türkiye’den aşağı değiller gördüğümüz kadarıyla. Kavala Selanik=150 km Selanik, büyük şehir, girişte bir kazı nedeniyle trafik sıkışması ve bizlerde bir türlü `City Center`i bulamayacağız paniği, bir çok yere sorarak Turizm Information adresinin olduğu caddeyi bulduk, yakınına park ettik ve yürüyerek ofise doğru ilerledik, burada bildiğimiz ancak turistik yerlerde uygulanacağını pek tahmin etmediğimiz bir nedenle ortada kalıverdik, saat 15.30`du ve Yunanistan`da tüm resmi mekanlar bu mevsimde 14.00 veya 14.30 da kapanıyor. Aslında bu şahane bir şey, düşünsenize, size işten çıkınca 5-6 aydınlık saat kalıyor, neler neler yapılır. Bu yüzden işte yaşam çok hareketli, insanlar çok canlı, her restoran, kafe dolu, ’içen toplumlar güzel ve uygar toplumlardır’ yazmıştı Cumhuriyet Dergi’de Hikmet Cetinkaya. İçip içip güzelleşiyorlar. Darısı başımıza, Avrupa Birliğine girmek sırf bu nedenle istenir yahu. Her neyse civarda oda sorduğumuz tek otel bayağı lüks ve pahalı. Şehir merkezinde biraz daha dolaşıp güzel bir otel buluyoruz. Biraz yüksek ücretli ama yorgunuz, kalabiliriz, duşumuzu alıp doğru sokaklara. Gene harika bir meydan hatta meydanlar dizisi, epey dolaşıp, vitrin bakmaca, bir kitapçıda Ahmet Altan’ın Grek alfabesiyle basılmış bir kitabını bile gördük. Sonra yorulup ‘Kordonboyu`nda bir kafede oturduk, gerçekten bu şehir tıpkı İzmir ve oturup `frape` içtiğimiz yer de Kordonboyu, gene aksam 10`a kadar dolaşıp sonra bir yere oturup şarabımıza başladık, Rumlar da sandığımız gibi genelde uzo değil şarap içiyorlar, buradaki menüyü de özetleyim; Kabak kızartmaya benzeyen bir meze, Grek Salata, domuz şiş, köfte, patatesi peynire bulayıp yapılmış şahane bir kızartma, tabi ki tatziki (bildiğimiz cacık), bolca acık şarap ve Deniz`in ictikleri dahil 7450 Drahmi. Harika yahu fiyatlar. Fiyat demişken Yunanistan’da kurşunsuz benzin 230`la 280 drahmi arası değişiyor, yani 400 ile 450 bin arası, Türkiye’de 600 bin. Ertesi gün 3 ve 4. Fotoğraflarda gördüğünüz Beyaz Kule`yi dolaşıp (Eskiden azılı mahkumlar konurmuş, simdi her katta ufak çapta galeriler var), Turizm Information`a gittik, oradan bir sürü ücretsiz harita alıp görevli hanıma Atatürk’ün Evi`ne nasıl gideceğimizi sorduk, kızcağız çok uzak, yürüyemezsiniz` dediyse de haritayı biraz inceleyince, bizim uzak kavramımıza pek uymadığını görüp düştük yola, yarım saatte oradaydık, Deniz bile bir tek mola istedi (bu arada gözü iyi), ev aynı zamanda konsolosluk, kapıda pasaport soruyorlar, bezgin bir teyze eşliğinde geziyorsunuz, eşyalar Türkiye’den gelmiş ama gerçekten Atatürk’ün kullandığı şeyler. Müze-Ev`den sonra Selanik’ten demir aldık, hedef Kastoria, bizim hanımın babaannesi 70-80 yıl önceki mübadelede Türkiye’ye gönderilen muhacirlerden ve doğum yeri Kastoria’nin Mavrova köyü, bu gezinin büyük hedefi de burası, bulabilirsek Türkçe bilenlerle yarenlik etmek. Yol virajlı ama görülesi güzellikte. Birkaç Not: Ucuz ucuz dedik, pahalıları da yazalım, Selanik’te aracımız 1 tam gün çok katlı otoparkta kaldı 3000 drahmi, bir kere de 3-4 saat bir parkta bıraktık, ilk saat 1700 drahmi, sonrakiler 300-500 civarı. Giyim kuşam pahalı. Oteller bizimkiyle ayni denebilir. -Yunanistan’da trafik lambalarında sarı ışık kullanılmıyor. Plakalar 3 harf ardından 4 rakam, -Küçük şehirlerarası yollar 2 şerit ama, arkasından yaklaştığınız daha yavaş araçlar iyice sağa, yolla aynı düzeydeki şarampole geçip yol veriyor ve herkes rahatça yola devam ediyor, biz buna Yunan-sollaması adını verdik. Selanik -Kastoria= 214 km Kastoria; Emekliliğimde yerleşmeyi düşüneceğimiz yer dedik kaldığımız iki günden sonra, sadece doğası değil insanlarıyla da bir cennet, harika bir gölün etrafına kurulu kasaba yıllardan beri tüm Avrupa’nın kürk merkezi, adı da oradan geliyor. Yöredeki 3 otelin odalarını gezip tüm detayları öğrenerek en iyisini buluyoruz, şehir ufacık, istediğin yere park etme özgürlüğü var, kaldığımız otel merkeze 5 dakika ve balkonumuz harika göl manzaralı, bina yepyeni, gözlerinin içi gülen insanlar çalışıyor ve daha söylemeden bira bardakları buzluktan çıkıyor (foto 5-6). Otele yerleştikten sonra Oya’nın bir akrabasının ismini vermiş olduğu Nikos`u aradık, onun da ailesi mübadelede Amasya’dan buraya sürülmüş, Türkiye’ye onlarca kez gelmiş ve Karadeniz’in tamamını, Ürgüp, Antalya gibi bir çok yeri neredeyse bizden iyi biliyor, Türkçesi çok iyi, karısının da, bizimkiler evde Türk TV’leri izleyip, Türk yemekleri yapıyor, her yaz mutlaka Türkiye’ye geliyorlar, Kastoria`da kaldığımız günlerde hep onlarla olduk, otele yerleştikten sonra Nikos`u aradık demiştim ya, Oya konuştu, akşamdı, rahatsız etmeyelim diye yarın görüşürüz dedi ve otelin adını verdi, 10 dakika sonra lobiden bir telefon geldi, açtım Nikos `aşağıdayım` diyor, Oya banyodaydı, ben indim ve o gelene kadar biz Nikos`la canciğer olmuştuk bile. Gündüz, Oya’nın babaannesinin köyüne gittik Nikos`la birlikte, Babaannenin rahmetli eşi Osman Kaptan’ı soracak pek kimse yok, eski evlerin hemen hepsi yıkılmış, çok güzel ve çok hüzünlü bir köy... Arnavutluk sınırına çok yakın Kastoria ve çevresi 2. dünya savaşında çok zulüm görmüş, insanlar diri diri yakılmış, simdi çok sakin, huzurlu, hiç bir restoran ve kafeden dışarı rahatsız edici müzik gelmiyor, gölde ördek, kaz dışında bol miktarda kuğu ve pelikan da var, yüksek yerlerde atmaca, doğan ve şahin de. Gölün etrafında henüz sonuna ulaşılamamış mağaralar, balık tutan yaşlılar var, ilginç adam bizim Nikos, gölün ortasında yer alan yarımadadaki kocaman söğütleri göstererek `bunların hepsini ben diktim 20 yıl önce` diyor çok sıradan bir şeymişçesine, bir de Kastoria`yla bizim Finike`yi kardeş şehir yapma çabası var Nikos`un ve sonuç ta vermek üzere. Aslında gölde su kayağı, atlama rampası vb varsa da gençler pek ortada yok, zaten genelde bu aylarda Kastoria sakinleri adalara tatile gidiyor. Akşamları hep Nikoslara uğradık, çocukları ve torunları da geliyordu, onlar Türkçe çat-pat anlıyorlar ama pek konuşamıyorlar. Nikos’un eşine baktıkça bizim neneler geldi hep gözümün önüne, iki dakika oturmuyor, çay koyuyor, meyve kesiyor, börek, dondurma getiriyor, `yahu otur artık kadın `diye bağırıyordum bazen. Türk dizilerinin delisi adeta, son gecemizde ‘Aynalı’yı (Tahir) kaçırdım geçen hafta’ diye hayıflanıyor, Deniz’e içeri odadaki TV’de Türk kanallarını buluyor, vitrinli dolaptaki bir bebeği gözünün takıldığını görünce ona hediye ediyor, fotoğraf albümlerini gösteriyor. Ve ayrılık zamanı geldiğinde hepimizde bir gariplik bir mahzunluk. Kucaklaşıyoruz gerçek dedem ve nenemle kucaklaşır gibi, gözler dopdolu... Kaldığımız Hotel Anastasiou, tel 0467 86886, ancak hemen yanındaki iki otel de yaklaşık ayni fiyatlarda ve güzel, hiç bir yerde önceden rezervasyon yapmamıştık, Atina hariç kaldığımız yerlerden memnun olduk, yani rezervasyonsuz gezmek riskli değil, bakıp beğenerek seçmek ise harika. Küçük bir anekdot: Kastoria’da akşamüstü acıktık, bir pastaneye girip bir şeyler atıştırıyoruz, 17-18 yaşlarında güzel bir genç kız işletiyor, siparişleri alırken kısa bir sohbetten sonra `nerelisiniz` dedi, `Türküz` deyince şaşkınlıkla `b-but you are beatiful` demez mi, sonra uzun bir sohbete koyulduk, tv`de gördükleri, öğretilenler hep kara bıyıklı, esmer adamlarla, çarşaflı kadınlarmış, uzun uzun anlattık bir şeyler, sık sık Oya`ya `seni dövüyor mu` gibisinden sorular sordu, sonunda orada Oya beni dövdü de ikna oldu tatlı Stefania! Kastoria-İonia= 213 km İonia-Preveze=105 km Sabah erken ayrıldık Kastoria`dan, yolumuz uzun, hatta bu yolculuktaki aralıksız en uzun yol, Önce İonia`ya gidiyoruz 3 saatte Toroslara sarar gibi, bos ama çok virajlı bir yol, orada oyalanmayıp Preveze`ye devam ediyoruz. Saat 16.00 ve 19:00`da feribot var sonraki durak Kefalonia adasına, önce Preveze`den 20 dakikalık bir feribotla Lefkada`ya geçiliyor, oradan kalkıyor 2,5 saatlik Kefalonia feribotu, 3 saat önceden varıyoruz Lefkada gişesine, kapalı, yakın bir restoranda yemek yerken gişe açılıyor, bilet soruyoruz, durum vahim, her yer dolu, ancak rezervasyonlu olup da gelmeyen olursa binme şansımız var, yoksa 19`dakine kalacağız, neyse ki kalkma saatine 5 dakika kala bize `gel` işareti yapıyorlar. Burada önerimiz, gitmeden bu rezervasyonu yapmak ya da o şehre bir gün önce gitmek olabilir. Kefalonia feribotundayız, yanı başımızdaki 15 kişilik gürültücü Alman sülalesine rağmen denizde olmak harika. Kefalonia Yunanistan’ın batısında, İyon denizinde, ülkenin en büyük adalarından. Tarih boyunca depremlere maruz kalmış, sonuncusu 1957`de olmuş, bizim adalara ya da diğer Yunan adalarına göre oldukça yüksek ve dağlık. Adada ikisi büyük bir sürü yerleşim yeri var, limana varmadan haritayı inceleyip Argostoli`de kalmaya karar veriyoruz, bunun bir sebebi de harita orada kamping gösteriyor, haritalar harika; Kamping, otel, restoran, benzinci vb hepsinin yeri gösterilmiş. İndikten sonra yaklaşık 1 saat sürüyor Argostoli`ye varmak, güneşe karşı araba kullanılan bir akşamüstü ve Datça yolu halt etmiş seklinde virajlar, ancak bazı Avrupa şehirlerinde de görülen bir uygulama rahatlatıcı, keskin virajlarda ayna var ve alışınca gelen olup olmadığı çok rahat anlaşılıyor, bizde neden yapılmaz sorusunu ben yanıtlayamadım… Kampingimiz, 50 yaşlarında mavi gözleri ve sarı saçlarıyla Atatürk’e benzeyen ve işini gerçekten çok iyi yapan sahibiyle harika bir mekan. 30-40 karavan ve 100 civarı çadır almasına rağmen sakin, huzurlu bir yer, 4 kösesinde wc-banyo, 22.30`a kadar açık market, çamaşırhane, ütü, yemek pişirme yerleri, buzdolabı var, hepsi ücretsiz, market hariç! (foto 7). Kefalonia Plajları harika, hepsi haritada gösteriliyor, gittiğinizde otopark bol (ücretsiz), şemsiye ve iki şezlong günlük 1000-2000 drahmi, içecekler, dondurma vb yaklaşık market fiyatı. Dalgıçlara Not: Fazla dalış turu yok, maske palet epey yüzdüm, bol kefal, sargos, sübye, melanur geziniyor. Adriyatik`de de Samos`da da bizim kıyılardan pek farklı bir fauna ve flora yok. Adada 4 gün kaldık, bu arada orada olduğu TV’lerden söylenen Penelope Cruz’la da Nicholas Cage’le de karşılaşamadık bir türlü. ‘Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini’ filmi çekiliyordu oysa… 4 Günün üçü çadırın önünde yedik, market oldukça ekonomikti, örneğin emmental peynir Migros’un dörtte bir fiyatına. Dışarda yediğimiz yemek süperdi; Ahtapot ızgara(zeytin yağıyla güneşte kurutulan ahtapotla yapılıyor), kalamar(Sübye), hamsi tava, müthiş bir soslu karides, tatziki, Grek salata, 3 duble uzo ve Deniz’in içeceğiyle birlikte 12bin drahmi. Kefalonia lunaparkı çok hoş, burada Deniz’in ısrarlarıyla! ben ve Oya da çarpışan arabalara bindik. Görülesi bir yeri adanın; Melissani Cave Mersindeki Cennet-Cehennemin dev çukuru gibi bir mekân, dibi harika bir lagün(foto 9), bir de Drongarati Cave var ki aynen Damlataş mağarası(foto 8), ancak daha yüksek ve büyük, burada konserler veriliyormuş. Kefalonia`da tam bir deniz tatili yaptık, her gün 2-3 ayrı plaja gittik, yüzdük, daldık ve saatlerce yürüdüğümüz günlerin acısını çıkardık. Ayrılırken kampingin sahibine de -yanımıza önceden bolca almış olduğumuz- lokumlardan verdik (bu lokum götürme işi tavsiye edilir. Argostoli Kamping Tel: 0671 23487 Sonraki hedef Atina, 2 gün öncesinden Patras’a feribot biletini almıştık, Atina`ya ulaşmak için önce Patras oradan kara yoluyla Atina`ya gidiliyor. Lefkada-Kefalonia feribot= 9800 drahmi (3 kişi 1 araba ) yaklaşık 50 dakika Kefalonia-Patras = 22.100 drahmi 2,5 saat Şirketler farklı olduğundan gemiler de farklı, birinde atari salonu, daha lüks barlar vb vardı. YAZILIŞLARIYLA BAZI YEMEK İSİMLERİ: Mousakka, Tatziki, Bekri Meze, Kadaif, Dolma, Halva, Ekmek, Kazandipi, Yogurtlu Kebab, Izmir Souvlaki, Pite Atina`ya kadar oldukça sıkıcı bir yol, yaklaşık 2,5 saat, bir tek Bering boğazı ilginç. Atina girişi Selanik`e göre daha düzgün, İngilizce şehir merkezi, Akropolis, Plaka gibi tabelalar şehre girer girmez görülebiliyor. Girdikten 5 dakika sonra bir seyahat acentesi görüp önünde durduk. Burada hangi adalardan Türkiye’ye feribot olduğunu öğrendik ve Samos’da karar kılıp biletleri aldık. Bir de büyük hata yapıp otel işini de acentede halledelim diye düşündük. Bu mevsimde otel bulmak imkânsız diyen acenteciye kandık ve Yunanistan’daki en pahalı konaklamamızı en kötü otelde yaptık, bunda Deniz`in arabada uyuyor olmasının daha doğrusu hepimizin yol yorgunu olmasının rolü vardı. 25000 drahmiye kaldığımız, sabah uyandığımızda halıları nereden geldiği belli olmayan bir suyla ıslanmış, oda temizliği doğru dürüst yapılmamış, eskiliğin kokusunun sindiği bir oteldi bu. İşin acı tarafı, sabah erken uyanıp civardaki güzel bir otele bakınca buranın daha ucuz ve bir gece önce yer olduğunu görmekti. Turizm polisine şikâyet etmek için diğer otelciyle konuştuk, sabıkalıymış bu konuda çünkü otelimiz, resepsiyoncu vereyim numarayı ama sonuç çıkmaz dedi. Haklı olduğunu düşünüp vazgeçtik çünkü bu işin ne kadar vakit alacağı da belirsizdi. Atina`da Plaka bölgesi gerçekten çok hoş, Beyoğlu’nu andıran bir yer, otele girdiğimiz öğleden sonra başlayıp akşama kadar oralarda dolaştık, akşam yemeğini de Plaka`da, gitarla eski sarkılların söylendiği bir yerde yedik. Gene pahalı olmayan ve güzel yemeklerin olduğu bir tavernaydı. Gecenin en ilginç yönü, Parlamento binasının önünde nöbet değişim törenine rastlamamızdı, her ülkede ilginçtir bu törenler sanırım ama bu fazladan sevimli de geldi bize, sadece kıyafetleri kastetmiyorum, hareketler, subaylarının dansa benzeyen yürüyüşleri bittikten sonra hareketsiz askerlerin fes püsküllerini, yakalarını düzeltmesi çok hoştu doğrusu. Ertesi gün öğleden evvel Akropolis`e doğru yola çıktık. Tepenin eteğindeki yaklaşık 50 turist otobüsü ve bir sürü özel araç içerideki durumu özetliyordu. Giriş 2000 dr, Akropolis güzel ve ilginç bir mekan, tepeden tüm şehir ayaklarınızın altında. En sıcak günlerden biri olan Atina’daki bu son günümüzde biraz da şehrin arka sokaklarını arabayla dolaşıp Pire`ye doğru yola çıktık, bu arada arka sokaklarda hurda araç ve çadırlarda kalan bir sürü göçmenin sefil durumda olduğunu da üzüntüyle gördük. Pire Atina arası 20-25 dakika, dev bir rıhtım ve onlarca yolcu gemisi arasından daha vakit olmasına rağmen kendi gemimizin kalkacağı iskeleyi bulduk, iyi ki de önceden bu işi yapmışız, kalkış saatinde çok telaşlı oluyor her şey. Asfaltın sıcaktan eridiği bir gündü, kalkış saatine kadar şehrin diğer tarafında, yat limanı yakınındaki rüzgârlı bir kafede, uyuşuk bir şekilde, gelen giden yatları ve açıktaki bir tekne yarışını seyrettik. Pire-Samos arası 12-13 saat sürüyor. Gemide kamara almadıysanız, banklara yayılabiliyor veya size daha rahat görünen merdiven altı vb köşelere matı, tulumu serebiliyorsunuz. Gecenin ilerleyen saatlerinde oldukça ilginç yatış şekilleri vardı! Erken uyanılan bir sabah, benimle beraber çok az kişinin görebildiği 3 kişilik bir yunus ailesi ve Samos`a varış. Adada yaklaşık 1 ay önce çok büyük bir yangın olduğu için her şey indirimli; Çok güzel bir otelde kaldık yangın, otele 2 metre kala durmuş, normalde 40bin drahmi olan fiyatı ek yatakla birlikte 25.000`e inince adadaki tüm konaklamamızı burada yaptık, üstelik harika bir açık büfe kahvaltı da fiyata dahildi. Gene bir çok plajın olduğu kocaman bir ada Samos, Kuşadası’na 1 saat uzaklıkta ve açık havalarda Türkiye kıyıları çok rahat görünüyor, plajları Kuşadası Davutlar plajına benziyor, kumsal yönünden ise Kefalonia’yla kıyaslanmaz (Kefalonia`da deniz çok daha berrak ve kıyı kumdu). Ada halkı gene çok sıcakkanlı, sohbet ettiğimiz bir tanesi, yangında yetkililerin çok yavaş davrandığını ve rüzgârın yön değiştirmesiyle yangının büyüdüğünü ama bu basiretsizlerin suçu Türklere de atabileceğini` söyledi. Pisagor`un dağdan aşağı su getirdiği tünel de Samos`da. Bir aksam yemeğinde restoranın hemen önündeki kıyıda Deniz`in taşları üst üste koyarak yaptığı kuleye (devrilmek üzere olan bir kuleydi doğrusu)yan masadaki yaşlılardan oluşan gruptan bir dede “ona osuruktan minare derler” diye seslenince uzun süre sok geçirip konuşamadık. Sonra sohbete giriştik, kimi 25 kimi 15 sene önce İstanbul’dan göçmüş Rumlardı. Türkiye’ye laf söyletmeyen, hala anıları taze insanlardı ve konuşmak çok ilginçti. Arabadan getirip ikram ettiğim lokumları dolu gözlerle yemeleri bizi de çok duygulandırdı Ertesi gün 150 arabalık feribotla geldiğimiz Samos`dan 3 araba alabilen Kuşadası Prenses`le ayrıldık. Biraz da havanın etkisiyle 1 saati geçen yoldan sonra Kuşadası’ndaydık. Gümrükte tüm turistlerle (arabasız yaklaşık 100 kadar yolcu vardı) aynı sıraya giriliyor, ancak sonra arabası olanlar bir kere de triptik belgeleriyle yan odaya gidiyor. Bu çok önemli, aracın giriş yaptığı triptik belgesinde gösterilmezse sonradan büyük sorunlar oluyormuş. Tüm bu işler yarım saati geçmedi ve hemen Ankara`ya doğru yola çıktık. Aklımızın bir köşesinde hala sohbet edilmedik insanlar, görülmedik yerler bırakarak... 12 Ağustos 2000 Kalidon Otel Kokkari/ Samos Tel: 0273 92605 (Otel Md. George Delakos çok ilgili ve sıcak bir insan) Memory Rent A Car Te: 0273 92491 Araba günlük kira sigorta dâhil yaklaşık 12.000 dr Myhtos Restoran Tel: 0273 92516 Samos`un Kokkari kıyısında harika bir restoran Marathon Otel Atina: Tel, adres vermiyorum, kesinlikle yanından bile geçmeyin! Pire-Samos feribot 35.000 dr (3 kisi ve araba) aslında, % 20 daha pahalı ama yangın indirimi var Samos-Kuşadası da aynı fiyat, üst satırdaki yol 12 bu ise sadece 1 saat Türk kaptana sorduğumuzda; diğerinin toplu ulaşım ve sık olmasını, bir de Yunan adalarında bizim gemilerden yüksek liman vergisi alınmasını gösterdi sebep olarak... Naçizane yorumum; İki ülke insanı arasında genellikle bir sorun yok, hatta diğer turistlerden daha farklı, daha yukarılarda bir kategoriye konuyorsunuz. Genellikle diyorum, çünkü Kavala`da olduğu gibi bir Kıbrıs derneğine ve kocaman afişinde `don`t forget Cyprus` yazılı kuzeyinden güneyine kan damlayan bir Kıbrıs haritasına rastlayabiliyorsunuz ya da internette hellas.com gibi bir sayfaya girdiğinizde oldukça ırkçı yorumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Bu tipler bizde de var ve sayıları azalmadıkça iki ülke gene arada hırlaşacak gibi. Bense birbirine bu kadar benzeyen halkların arasında sınır çizgisi olmamalı diye düşünüyorum. Yunanistan bizce kesinlikle görülesi bir yer, buraları `ülkemiz bir cennet` deyip yenilik yapmayan turizmden sorumlu yetkililerin de görmesi gerek, koylarıyla, ormanları ve tarihi eserleriyle bizim cennete çok benzeyen bir yer var ve alt yapı, tecavüz oranı! ulaşım ve benzerleri kıyaslandığında iyi kazanan Avrupalı niye bizim cennete gelsin?